Adını koyalım: Mesele, ABD’nin  PKK’ya desteğidir

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile görüşmesinden sonra yapılan açıklamanın en dikkat çekici cümlesi, “Türkiye ve ABD, Stratejik Mekanizma kapsamında, ulusal güvenliklerine tehdit teşkil eden terörizme karşı iş birliğini artırmak … amacıyla Terörle Mücadele İstişarelerini yeniden başlatmıştır” ifadesi idi.

Bu açıklamadan sonra, Savunma Bakanı Yaşar Güler, Bağdat’a giderek, Cumhurbaşkanı Raşid, Başbakan El Sudani ve meslektaşı El Abbasi ve diğer bazı yetkililerle görüştü. Ardından Fidan, Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın ile üçlü bir koordinasyon toplantısı yaptılar. Güler, daha sonra medyanın Ankara temsilcileriyle bir araya gelerek, bütün bu gelişmelerin toplu değerlendirmesini yaptı. Bu değerlendirme metni, terörle mücadele konusuyla başlıyor ve onunla bitiyordu.

Çünkü, Türkiye’nin “stratejik” bir meselesi varsa, o da terörle mücadeledir. ABD ile stratejik birçok sorun görüşülebilir fakat hemen hiçbiri terörle mücadele kadar acil önemde olamaz. Fidan’ın dönüşü, güvenlik zirvesi, halkı bilgilendirme gelişmelerinin hemen ardından, 2. Ordu Komutanı Korgeneral Metin Tokel’in, Iraklı yetkililerle sınır güvenliği toplantısı, Irak ve Suriye’deki terör odaklarıyla mücadele, PKK ve uzantılarının ortadan kaldırılması, üç ülke halkının güvenliğinin sağlanmasının önemini gösteriyor.

Savunma ve istihbarat birimleri arasındaki görüşmelerde ele alınan konular ana başlıklar olarak açıklanır; neden bu başlıkların ele alındığı ve ne gibi beklentiler olduğu halkında ayrıntı verilmez. Bunu ancak eski görevlilerin yeni makalelerinde görebilirsiniz.

Nitekim hafızaları yenileyen ve gelecekle ilgili yönleri gösteren böyle bir makale, American Ideas Enstitüsü tarafından yayınlanan, The American Conservative dergisinde geçen hafta yer aldı. ABD yönetiminde 31 yıl görev yaptıktan sonra üç yıl önce emekliye ayrılan Nicholas Kass, ikili ilişkilerdeki temel sorunun ABD’nin Suriye’de PKK’ya verdiği destek olduğunu yazdı. Bu ifade, ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ve iki kere Avrupa İşleri Direktörü, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi İstihbarat Programları Direktörü olmuş, CIA İnsani İstihbarat Bölümü’nde görev yapmış ve uzun yıllar Ankara’da ABD Büyükelçiliği’nde çalışmış birinden geliyorsa, hiç kimsenin “Yok öyle şey!” demesi mümkün değildir.

Bu uzun yazıyı okuyup saklamak (http://shorturl.at/jkO38) gerekir; ancak “Dost ve müttefik ABD nasıl oluyor da terörist olarak nitelediği bir örgütle, Suriye’de önce DAEŞ’le mücadele bahanesiyle ilişki kurar ve bunu daha sonra kalıcı hale getirir?” diye soranlara cevap veren bir bölümü var ki, ABD ile “pozitif gündemle yeni sayfa açmanın” hem mümkün olduğunu hem de olanaksızlığını ortaya koyuyor:

“(ABD’nin PKK ile işbirliğinin) nasıl gerçekleştiği, Washington’un çalışma şekline dair bir pencere sunuyor; ABD’nin dış ve güvenlik politikasındaki patolojiyi de yansıtıyor. Washington, temel gerçeklere ve temel Amerikan çıkarlarına verebileceği zarara bakılmaksızın, stratejik değerlendirmeler yerine, acil ve neye yarayacağı şüpheli değişiklikleri tercih edebilir. Özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesinden ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana politika süreci böyle işliyor.”

ABD’li yetkili, Washington’un bırakın müttefiklerinin çıkarını, kendi uzun vadeli çıkarlarını bile “patalojik” (hastalıklı) bir umursamazlıkla, yeni bir değerlendirme ile göz ardı edebileceğini kaydediyor. Yazıda ABD yönetiminin bir terörist grupla işbirliğinin bilinen bütün zararlarını gözden kaçırabilmek ve PKK ve uzantıları ile ilişkilerinin neden gerekli olduğunu öne sürebilmek için yaptığı “ideolojik manevraları” da uzun uzun anlatılıyor.

Yazıyı irdelemeyi sürdürelim.